24 Temmuz 2011 Pazar
Yeni Blog!
http://blog.dunyakazanbizkepce.com/
Sevgiyle,
14 Eylül 2009 Pazartesi
Son Soz
Tam iki bucuk ay suren Afrika seyahatimin nihayet sonuna geldim. Sekiz kiloyla geldigim Afrika’dan on kiloyla ayriliyorum bu aksam, Bruksel aktarmali İstanbul ucagima binip.
Fransizca dersleri vererek bir sene boyunca biriktirdigim parayi boyle bir amac ugruna harcamak yaptigim en akillica islerden biriydi. Merak edenler icin soyleyeyim, ucak bileti, vizeler, yeme icme her sey dahil seyahatim toplam iki milyar civarinda tuttu. Tum Afrika seyahatim boyunca toplam bir gece otelde kaldim, Kisiita'da gonullu hizmetime karsilik kalacagim yere para odemedim, diger zamanlardaysa hep arkadasin arkadasi seklinde ayarladim konaklama isini.
Seyahatim boyunca oncelikle hic tanimadigim, bilmedigim Afrika hakkinda epeyce bir fikir sahibi oldum. Turkiye'de, bu kitada olup bitenlerden bu kadar bihaber olusumuza her gecen gun daha da sastim. Oyle ya Afrika'ya gelecegimi soyledigim ilk bir kac kisi "Ne yapacaksin Afrika'da, orada yamyamlar var!" yorumunda bulunmuslardi. Benim de bir zamanlar "Var mi ki acaba?" diye tereddut ettigim bu yoruma simdi o kadar guluyorum ki!
Afrika'da kaldigim zaman boyunca yasadiklarimi blogum sayesinde aktarmaya calistim, yine de yazdiklarima baktigimda "Ya keske sunu da anlatsaydim, ah bir de su vardi!" diyerek hayiflaniyorum anlatmaya imkan bulamadigim hikayeler yuzunden.
Afrika'yi gezip gormenin, buralarda neler olup bittigi konusunda bilgi sahibi olmanin yaninda beni en cok buyuten deneyim Kisiita'da cocuklarla calismakti. Hani "Yok" denir ya bazen, ben gercek "yok"un anlamini burada ogrendim. "Hani o da mi yok, daha neler!" denir ya, vallahi de billahi de yok iste. Belki bir yerden duysaydim buradaki durumu, okusaydim bir gazete kosesinde, icim burkulurdu, uzulurdum. Bir an surerdi, unutur giderdim sonra. Ama Kisiita'da bir bucuk ay yasamak, soyleyebilirim ki benim icin tam bir hayat deneyimi oldu.
Kimi zaman zor geldi bazi seyler. Yatacak yerin temiz ya da konforlu olmamasi, suyu bes yuz metre otedeki kuyudan cekmek, her seferinde kaynatmak, su yoklugundan dogru durust dus bile alamamak, elektrik olmadigindan tum gunluk aktiviteleri gunese gore ayarlamak, bunlara bir sure sonra alisiyor insan. Bana en zor gelen bir bucuk ay boyunca hep ayni seyleri yemekti, ne yetisirse o yendiginden, benim kaldigim aylarsa kurak mevsime denk geldiginden yenilebilecekler cok kisitliydi. Sonlara dogru artik ac kalmamak icin yemenin ne demek oldugunu anladim. Yiyecekleri agzima atip bir hap misali suyla yutmayi denedim kimi zaman. Hep ayni seyi yemeyi reddedip en guzel yiyecekleri alip odamdaki parafin ocaginda pisirme sansim vardi tabi ki ama tum isteklerimden arinip sadece orada yasandigi gibi yasamak istedim her seyi, hayatlarina yuzde yuz tanik olmak icin gelmemis miydim buralara kadar?
Sitmadan yerlere yigilan, turlu hastaliklarla cebellesen cocuklari gordukca inanamadim gorduklerime, asil sasirdigimsa o kadar hayatin kendisiydi ki tum yasananlar "Normal bunlar, olur buralarda boyle seyler!" diyordu cevremdekiler.
Cocuklari o kadar sevdim ki "Beni unuturlar mi acaba?" diye uzulmeye basladim ayrilik vaktine yakin. Hep kafamda bir kacini Turkiye'ye goturmeyi hayal ettim saf saf, hakkim ve imkanim olmadigini bile bile. Bir seyler vermek istedim kendimden, o kadar coktular ki kime ne verebilirdim. Uzuldum, hem onlarin hem de kendi caresizligime.
Tum acikyurekliligimle soyleyebilirim ki ben burada ruhumu egittim.
Hani Afrika'da insan yiyorlardi? Niye hep korkuyoruz ki kesfetmekten? Niye izin veriyoruz beynimizin korkuyla doldurulmasina, gidip bizzat deneyimlemek yerine? Niye tanistigim onlarca gonullu icinde bir tane bile turk yok ve olmasi ihtimali aklimin ucundan bile gecmiyor?
Buraya gelmeden once cok uyarildigim bir nokta da saglik konusuydu. Tum Afrika seyahatim boyunca hic bir saglik problemi yasamadim. Yalnizca kaldigim koyde ayak parmagima parazit kurtlar girdi. Justin sagolsun girdikleri gibi cikartti onlari. Bunun disindaysa -koruyucu bir yontem uygulamamama ragmen- ne sitmaye yakalandim ne de baska bir hastaliga.
Beni her zaman yeni seyler denemeye tesvik eden, hep arkamda olan anne ve babama, mailleriyle beni yalniz birakmayan sevgili dostlarima ve kardesime, blogumu okuyup yorum yazan, mail gonderen herkese cok tesekkur ederim.
Hayatin bir sayfasini okudum bu yaz boyunca, icim sevinc dolu bu yuzden.
Son sozumu bitirirken herkesin sevgiyle kalmasini diliyorum.
Kenya'dan selamlar
Seda Meseli
Kenyali Kosucular
Kalenjinler, Kenya'nin populasyonu en fazla olan kabilelerden biri. Rift Vadisi'nin bati kisminda yasiyorlar ve genelde tarim yaparak geciniyorlar. Bir de cok iyi kosucular! Kaldigim kalenjin koyunde hemen herkes kosuculukla ilgileniyor, gunun her vaktinde antremana cikmis kosucularla karsilastim koy meydaninda.
Evinde kaldigim Margaret ve Hillary de ulkenin unlu kosucularindan, Margaret'in yurt disinda kazandigi onlarca madalyasi var evinde ozenle sakladigi. Evlerinin yanindaki kucuk kulubedeyse genc kosucular kaliyor Hillary ve Margaret'in yetistirdigi.
Hillary'e sordum " Mesela sponsor bulup yurt disinda bir yarismaya katildin, isler ters gitti kazanamadin, ne olur?" Hillary soguk kanlilikla cevap verdi "Olmaz ki oyle bir sey." Ben "Nasil olmaz canim her zaman kazanacak degilsin ya?!" Hillary soguk kanliligini koruyarak " Kosucularin genelde sponsordan baska finans kaynagi olmuyor, sponsor senin ucak biletini odemis, tum masraflarini karsilamissa, senin artik kazanmama sansin kalmamis demektir. Kaybetme halinde geriye bile donecek parayi bulamaz, tam anlamiyla mahvolursun!" Boylece Kenyali kosucularin basari sirrini cozmus oldum, kaybetmiyorlar cunku baska sanslari yok!
resim 1,2> yirmi dakika sonra nefes nefese kalacagimi bilmeden once... Sen misin profosyonel kosucularin antremanina katilan!
Mzungular Nasil Kazıklanir ?
En kotusuyse sehir ici ya da sehirler arasi otobusler. Bir sekilde onceden ucreti ogrenmediysem ya da yanimda Afrikali bir arkadas yoksa yuzde seksen ihtimalle iki ya da uc kati bir fiyat soyluyorlar. Isin garip yani, otobuslerin sabit bir ucreti de yok, misal Nairobi'den Kayole'ye gitme ucreti musteri durumuna gore, soforun inisiyatifine bagli olarak ve belli bir fiyat araliginda kalmak sartiyla her dakika degisebiliyor. Gercek fiyati ogrenmek icin kullandigim tekniklerse sunlar:
1- Sunulan fiyatin yarisindan daha az bir miktar soyleyerek "Ama ben biliyorum bak, daha once bindim bu matatuya, zaten ben var ya ben acayip iyi bilirim buralari!" diye yalanlari birbiri ardina siralayarak on yildir Afrika'da yasiyormus hissi yaratmak
2- Karsilastirma yapabilmek acisindan diger matatu* soforlerine de fiyati danismak
3- Yolculuk edilmek istenen matatunun icindeki yolculara sormak
Ucuncu yontemi kullanarak doyurucu bır yanit almak cok guc. Genelde diyaloglar soyle gelisiyor:
Ben, icerideki yolculardan cam kenarinda oturanin omzuna tiklatip "Ben suraya gitmek istiyorum da siz ne kadar odediniz acaba?"
Yolcu, "Sen soyle senden ne kadar istiyorlar" Ben "Once siz soyleyin ki ben normal fiyati ogreneyim." Yolcu "Yok ben de mzungu fiyatini merak ettim simdi!" "Cattik galiba" deyip kafami sokuyorum bu sefer pencereden. Iceridekilere yonelerek "Icinizde fiyatin ne oldugunu soyleyebilecek biri var mi?" diye bagiriyorum. Disarida "Mzungu, mzungu!" diye pesimden kosturan, iki kelime konusacagim diye ici giden insanlar birden kafalarini ceviriyorlar benden yana, cevap vermekten kaciyorlar. Mzungu ve Afrikali olmak uzere iki ayri fiyatin olmasina kimsenin bir itirazi yok anladigim kadariyla.
Turkiye'den alistigim "Musteri velinimetimizdir" anlayisindan buralarda eser yok. Bir ay kadar once cocuklar icin cizgi film Cd'si almistim Masaka'daki bir dukkandan. Cd calisiyor mu diye kontrol etme akilliligini gosterdim ama nereye kadar calistigini kontrol etmek aklima gelmedi dogrusu: filmin son yirmi dakikasi eksikti! Cd'yi satin aldigim yere gittigimdeyse inanilmaz bir piskinlikle karsiladi beni satici. Soyle bir diyalog geciyor aramizda: Ben, kibar olmaya calisarak "Bu cd'nin sonu yok degistirebilir misiniz?" Satici "Belki filmin sonudur o, siz anlamamissinizdir!" Ben "Filmin sonu yok diyorum, cok bariz bir sekilde yok!" Satici, piskin tavrini koruyarak " Bazen filmler oyle beklenmedik bir anda bitebiliyor!?!" Ben, sinirlenmeye baslayarak "Daha once filmi izledim, son yirmi dakikasinin olmadigina eminim!" Satici deminden beri oyun cevirdigini ele vererek "Ama simdi filmin kendisinin kapasitesi filmi cektigim Cd'den buyukse tamamini cekemem ki filmin!” Ben, iyice sasirmis, afallamis "Filmi alirken tamamini satin aliyorum zannettim tabi ki, yarisini cektigini nereden bileyim! Onceden soyleseydin o zaman!!" Satici, kayitsizca "Sorsaydin soylerdim!" Ben, sinirden kipkirmizi olmus, soyleyecek soz bulamayarak "Ya parami geri ver ya da cabuk filmi yenisiyle degistir!" Satici "Degistiririm ama bir sartla, iki bin siling daha odeyeceksin!" Ben artik iyice sinir kupune donmus, avazim ciktigim kadar bagirarak "Ya sen beni niye gerizekali yerine koyuyorsun, zaten onceki filmi iki bin silinge aldim simdi niye ustune para vereyim!!" Satici sesini benden de fazla yukselterek "Parani geri veremem cunku ustumde para yok (!) ama istersen yeni Cd'yi iki bin silinge satabilirim!" Artik bu noktadan sonrasini hatirlamiyorum, bir hamleyle atilip saticinin bogazina sarilmisim, o da kendini kaybetmis olmali ki bir iki yumrukla beni yere sermis. Ayildigimda cevremde ne satici vardi ne de Cd... Yok canim saka, diyalogun bir yerinde artik canimdan bezip sinirimi yatistirmak icin uzaklasma yontemini sectim. Zavalli Lucia'ysa saticiyi ikna etmeye calisti, bir ara dukkandan bana dogru uzanan bir isaret parmagi ve "O bana bagirdi, olsem degistirmem ben artik o Cd'yi!" tarzi cumleler duydum. Lucia allem etti, kallem etti, Cd'yi yenisiyle degistirmeyi basardi. Bu macera da bana mumkun oldugunca alisveris yapmamayi ogretti Dogu Afrika'da!
matatu: dolmus demek svahilice
foto: matatunun ici
4 Eylül 2009 Cuma
Kenyali Ailem, Aglayan Tas ve Film Cekimi
Philip'in mutlaka gormemi istedigi uc koca kayanin ust uste muntazam bir sekilde durdugu "aglayan tas" Kit Miyaki yi ziyaret ettik gecen gun. Tasin yilin belli zamanlarinda (tabi ki yagmur sezonu) agladigini soyledi rehber: hristiyanlik oncesi zamanlarda tas beyaz gozyasi doktugunde beyaz inek, gozyaslari siyaha siyah inek kurban ediyorlarmis tasa. Koca tasin istegini yerine getirmezlerse cezalandirilacaklarina inaniyorlarmis Tanri tarafindan. Simdilerdeyse geleneksel dinlerin etkisi azalip yerini hristiyanliga biraktigindan tasin sozu eskisi kadar dinlenmiyormus.
Kit Miyaki Luo dilinde ilk es anlamina geliyor. Su anda tasin bulundugu koyde zamaninda iki esli bir adam yasarmis, adam her gun daglari tepeleri asip evinden oldukca uzaktaki bir ormana gider, hicbir sey yapmadan gun boyunca oturur dururmus bir agacin kavugunda. Esleri de binbir zahmetle uzun yollar katedip adamin yiyecegini taa onune kadar getirirlermis. Adam vefat ettiginde hergun oturdugu yerde devasa bir kaya olusuvermis. Adamin esleri de yine birer kayaya donusup diger kayanin ustunde yerlerini almislar. Hikayenin cok uyduruk oldugunu kabul ediyorum, hele bir de kayalar uzerine anlatilan efsaneler var ki! Kayalarin arasinda kalan magaramsi yerde olusmus minik batakliga zamaninda biri dusmus de cesedi Victoria Golu’nden cikmis, bu insan yiyen bataklik cok obur oldugu gerekcesiyle su ileri bakanliginca uzerine cimento dokulmek suretiyle kapatilmis. Koca tasin icinde olusmus buyuklu kucuklu magaralarda yakilmis mumlarin kalintilarini gosteren rehber, bu magaralarin peygamberlerin dua etme mekani oldugunu ileri suruyordu, nereden bildigini sordugumda bizzat gordugune yemin ediyordu.
resim1> Kenyali ailem
resim2>Philip mango suyunu yudumlarken
resim3> Aglayan Tas, onunde ben
resim4> Philip, Michel ve ben
resim5>Film cekiminde Kikuyular
resim6>Uykudan uyanmis ben ve sasirmis civciv
resim7>Canimin ici bebek kucagimda
resim8> Kurtlari dokerken