25 Temmuz 2009 Cumartesi

Dolaptan Cikan Surpriz






Hic umudum olmadan mudure okulda hic kitap olup olmadigini sordum, megerse cok da hos hikaye kitaplari varmis okulda da bir dolapta kilitli durup tozlanirlarmis. Simdi cocuklarla okuma saatleri yapiyoruz, bu saatler yetmiyor, kitaplari eve goturmek istiyorlar, merakla inceliyorlar, bana aciklattiriyorlar resimleri.
Bu haftanin sonlarina dogru daha buyuk siniflari almaya karar verdim. Meger hata etmisim bu zamana kadar onlarla calismayarak. O kadar yaraticilar ki saatlerce tiyatro tadinda dogaclar izliyorum sayelerinde.
Hazirladiklari dogaclar her telden caliyor: birinde uvey annenin kendi kizina ve uvey kizina farkli muamelesi isleniyor, bir digerinde Ugandali bir grup Ingiltere'den onlari ziyarete gelen arkadaslarina hosgeldin soleni duzenliyorlar, bir diger dogacta insaat iscileri bir ev insa ederken iscilerden birinin kolu makineye sikisiyor ve buyucu gelip kirlan kolu ozel gucleriyle iyilestiriyor! Baska bir ornekte anne babasindan kitap isteyen kiz istedigini alamayinca diskoteklere (!) dusup hamile kaliyor, anne babasiysa akillanip diger kizlarina farkli davraniyor va daha ne hikayeler!
Bir de istisnasiz herkes muzige cok merakli, dansli-muzikli bir aktivite olmayagorsun herkes birbiriyle yarisiyor maharetlerini sergilemek icin!

resim1> Cocuklar dogaclarini sergilerken
resim2>Aktor dedigin!
resim3>Mango agacinin altinda kitap okuyoruz
resim4>drama
resim4>drama

Masaka

Kaldigim koy Kisiita, Masaka sehrine 20 km kadar uzaklikta. Turkiye'deki herhangi bir koy buyuklugunde ama benim gozume oyle buyuk gorunuyor ki simdi! Bu herkes icin boyle aslinda, Masaka'ya gitmek, sehre inmek demek. Internet erisimimi de buradan saglayabiliyorum, internet kafeye her girisimde mutlaka en az bir kez kesilen elektrigi, saatlerce elektrigin gelmesini beklemelerimi saymazsak tabi. Masaka oyle bir sehir ki bir kalip peynir icin 2 saat bakkal bakkal (supermarket yaziyor kapida ama bakkal onlar bence) dolasiyor insan, o sirada tum sehri de gezmis oluyor zaten!

resim> Her yerde her zaman Coca Cola (!)

Kar Tanimayan Cografya

Malum Ekvator'dayiz, kimse hayatinda kar gormemis simdiye dek, bunda sasilacak bir sey yok. Asil ilginc olan, cogu ogrencinin ''kar'' diye bir seyin varligindan haberi olmamasi. Bilmeyen kisiye de anlatmak ne zormus, hani beyaz, yagmur gibi gokten yagiyor ve eger cok yagarsa kar tutuyor yerler diyorum, garip garip bakiyorlar bana! Asil hikaye soyle basladi: drama dersinde cocuklara elle cizilmis bir kardan adam resmi gosterdim, tahminim sinifin en azindan yarisinin kardan adami tanimasiydi. Ilk yanit geliyor: bu bir baykus! Kartal diyor birisi, bir digeri papagan diye bagiriyor. Uganda'da gorulebilecek tum kus turleri sayildi, ben gulmekten yerlere yatiyorum...Hani uzun ya diyorlar gagasi (kardan adamin havuc burnu), mutlaka bir kus cinsi bu! O sirada M. Baker geldi, o da bir kopek turu oldugunu idia etti, sonra baska bir ogretmen sincap olabilecegini one surdu, bir baskasiysa yamyama benzetti. Hayir diyorum kardan adam bu, kar yaginca cocuklar eglence amacli kar toplayip yaparlar, burnuna da havuc takarlar. Kar bilmeyen adama kardan adami nasil anlatayim?! Yarim saat kadar ugrastiktan sonra ekvator insanina kardan adami tanitmis oldum ya, gururluyum:) Hatta cocuklarla kar topu bile oynadik drama dersinde, keske biz de kar gorebilsek bir kere olsun diyorlar simdi.
Bizim kullana gore alismis oldugumuz seyleri buradakiler hic duymamis olabiliyorlar kimi zaman, iste o zamanlarda her seyi en bastan anlatmak gerekiyor drama derslerinde. Haydi bir yere seyahat edelim dedigimde dokuz on yasindaki cocuklar hangi yolla seyahat edilir sorusuna cok kit cevaplar veriyorlar, tren, gemi hic duymadiklari kavramlar. Gol biliyorlar mesela ama deniz lafini hic duymamislar. Dolayisiyla denizin altina dalalim ve gorduklerimizi soyleyelim dedigimde urettikleri kendi cevrelerinde gorduklerinden ileri gitmiyor.
Cocuklara elinde herhangi bir sey tutan bir kisiyi resimleyin dedigimde cizilenler: supurme, yer silme, sopayla birini dovme, tarim yapma (bir sey ekme/ dikme) ve kurekle topragi kazma. Silahla birbirine ates edenler, birbirini cezalandiranlar da buluyorum cogu zaman kagitlarinda.
Gecenlerde istediginiz birine mektup yazin dedigimde sinifin neredeyse tamami anne ya da babasina yazdi mektubu, 33 kisilik sinifin 32'si bir sey istedi onlardan. En cok ayakkabi, corap, okula katki payi, uniforma, kalem ve kitap istendi. Mektuplarin arkadasina yazdiklari kisinin resmini cizdiler, ilginc olan, vefat etmis ebeveynlerini cizerken asla boyamiyorlar icini, kursun kalemle silik bicimde ciziyorlar, hayalet gibi, diger zamanlarda boya kalemleri icin deli olmalarina ragmen.

resim 1> Kardam adami anlatirken
resim 2> Ekvatorda kar topu oynadik!
resim 3> Deniz hayatini kesfederken
resim3> Cocuklarla eglenirken
resim4> Silahla adami vuruyor


resim5>Cocuk babasindan kitap ve para alirken
resim6>Anne kizlarini yilandan koruyor
resim7>Tabi ki boda boda

19 Temmuz 2009 Pazar

Mista what? Mista Be-Bekka

Simdi biraz Mister Baker'dan soz etmek istiyorum. Bana burada en cok yardimci olan ogretmenlerden biri Baker, hep bir istedigin var mi diye sorar (diyemiyorum ki artik kurufasulyeye doydum diye!), halimi hatrimi sorar, neyin koylulerce hos gorulup neyin yadirganacagini bana teker teker ozenle izah eder.
Mister Baker okulun bulundugu koyun hemen yakinindaki bir koyde dogmustur, 5 senedir de Esukanesi'de hizmet vermektedir. Baker'a ogretmenlik meslegi o kadar yakismaktadir ki, onu baska bir meslekle ugrasirken dusunmek imkansizdir.
Mister Baker "r"leri "l" olarak soyler (bircok Ugandali gibi), student diyecekse mesela stu-student der, sanki ilk hecesini soyleyerek karsindakinin kelimeyi tahmin etmesini istiyormus gibi, ikide bir konusmasinin arasinda "what?" der (I will take what? I will take my books. I will do what? I will teach mathemathics.) Bu "what?"larin karsisindakine yonelik bir soru olmadigini zamanla anlar insan.
Mister Baker benden hep turkce ogrenmek ister, turkce bir kitap gosterdigimde ya da turkce konustugumdaysa, "ya ne enteresan dil bee" diyerek begenisini ifade eder.
Mister Baker'in en buyuk hayali Avrupa'ya gelmektir, gelsem Turkiye'ye ne yapabilirim ki diye sorup durur bana.
Mister Baker sabah altida kapimin onune gelip "Madam Sedaaa!" diye beni derse cagirir, bilmez ki saat alti madam Seda'ya gore hala gece demektir.
Mister Baker daima gulumser, anlatir da anlatir, koyunden, kendisinden, hayallerinden bahseder..
Mister Baker'a bana ogrettikleri icin oylesine mutesekkirim ki...

Uganda'da Ne Yenir-2




Ogretmenlere Turkiye'de tutku meyvesi, mango, avokado gibi meyvelerin bulunmadigini soyledim. Hemen cocuklara cesitli meyveler getirmesini soylediler ertesi gun icin. Gelen meyvelerden bir tanesi "jack fruit" ogretmenler ve ogrenciler arasinda paylasildi. Kavunu andirmakla beraber cok mayhos bir tadi var.
Seker ihtiyacimi ise seker kamisindan karsiliyorum:)
resim 1> Matooke tasiyicilari
resim2> Jack Fruit
resim3> Mis gibi seker kamisi

Bu Nasil Karinca Yuvasi



Bu onunde poz verdigim sey de nedir diye merak edenler: bu bir termit (bir karinca turu) yuvasi! Gerci su ana dek tek bir karinca gormedim cevresinde dolasan, ogrendigime gore cogunlugu terk edilmis bu yuvalarin. Bizim koydeyse her yerde bu yuvalar!

Kotunun de Kotusu Varmis!


Cuma gunu bizim okulun muduru(kendisi tanidigim en matrak insanlardan biri) beni bak cok onemli bir yere goturecegim seni hadi hazirlan gel diye kandirdi. Hatta yanina defter al not falan alirsin diye ekledi. Egitim Merkezi diye bir yere gittik: bir sinif hazirlamislar, icine yepyen siralar, birkac poster koymuslar, iste boyle olmali sinif dedigin diye sergiliyorlar. Her goren de ay iste evet boyle olmali diye onayliyor. Yahu iyi bir egitim ortaminin nasil olmasi gerektigini tahmin etmek zor degil, asil o noktaya nasil ulasilacagina dair fikir uretsenize! Bir de ismis gibi bir saat yol geldik ornek sinifi gormek icin!
Egitim Merkezi'nin tam yaninda bir de ilkokul var, onu da ziyaret edelim dedi bizim mudur. Ben diyordum ya hani bizim cocuklarin hicbir seyi yok diye, yanilmisim, bizim okulun durumu bayagi iyiymis megerse. Bu seferki okulda sira yok, hic yok hem de. Cocuklar yerlere yatip yaziyorlar. Defter yok yarisinin onunde, ust bas perisan zaten. Hatta olanlari sayayim: tavan, ogrenciler, ogretmen. Olayi daha da dramatiklestirmemek icin fotograf cekmedim. Onun yerine ogretmenlerden birinin dunya tatlisi kizinin fotografini koyuyorum.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Kurufasulye'ye Doydugum An!



Babamlarin anlattigi yoksunluk gunlerindeymis gibi hissediyorum, yag kasik kasik satiliyor bakkal bile diyemeyecegim ufacik dukkanda. Sadece temel seyleri bulabiliyorum: tuz, seker, muz, kibrit, yapistirici (hersey tekrardan kullanildigi icin temel bir ihtiyac tabi). Kurufasulye ve matooke'nin haricinde yiyecek bir sey bulmak imkansiz. iki saat yurume ve 1 saat otobus macerasini goze almazsam tabi...
Kurufasulyemi kasikladigim 2 masali lokantaya her girdigimde cocuklar kapidan beni gozetliyorlar merakla, gelin iceri dedigimde kacisiyorlar, durmadan el salliyorlar, yarim saat otursam orda, yarim saat kapinin onunden ayrilmadan el salliyorlar bana!


resim 1> Kurufasulye'ye doydugum an!























resim 2> Lokanta sahibinin oglu, gordugum en kucuk Ugandali -3 haftalik!

resim3> Cocuklar beni gozetlerken





24 TL'yle Kurulan Hayaller

Merasimi ziyaret eden Luganda Bolgesi'nin (Kampala ve cevresini kapsayan kisim) baskani bizim okulu da sereflendirdi. Konusmalari sirasinda cocuklar bir ara cok heyecanlandilar, baskan o sira pencereleri yaptiracagini soylemis megerse. Onunla beraber gelen bir kac onemli hanim da okula para bagisladilar, ogretmenler de dahil herkes havalara ucustu. Bagislanan parayi (30.000 siling, turk parasiyla 24 TL) Baker cocuklara gosteriyor, cocuklar ne istersiniz ne alalim okula diye onlarin goruslerini aliyordu. Cocuklar, drum (darbuka gibi vurmali calgi) alalim, dans kiyafetleri alalim dediler. Biri, yetimhanede kalan arkadaslarimiza verelim dedi. Bu cocuklarda en sevdigim sey, asla simarik olmamalari. Ufacik bir saygisizlik ya da simariklik gormedim geldim geleli. Susun bile demiyorum, siralarina oturup gozumun icine bakiyorlar siniftan iceri her girdigimde. Hele bir de drama dersi var dedigimde bir kosuslari var ki, ne mutlu bana:)

resim 1> Bizim okul:)
resim2> Baker cocuklara parayi gosterirken
resim 3> matematik ogreniyoruz:)

Cenaze Merasimi


Nina'nin onemli akrabalarindan biri vefat etti. Cuma gununun sabahini cesitli dersler vererek/izleyerek, ogleden sonrasini ise cenaze merasimine katilip,defiye katilarak gecirdim.Koyde insanlarin bana bakisi cok tuhaf, mzungu kelimesini bile duymamislar, o kadar uzaklar beyaz tenli kavramina. Her gorduklerinde bastan asagi suzuyorlar beni.. Cenaze merasiminde de bu adet bozulmadi, merhumun kendisinden fazla ilgi cektim heralde! Bu arada vefat eden kisi 78 yasindaymis, hani 52'ydi ortalama yasam suresi Uganda'da!!

Merasimde herkes sirayla cikip merhum odakli bir konusma yapti. Sonra tabut icindeki olu, isteyenlere gosterildi. Durmaksizin muzik caldi olu evinde 2 gun boyunca (geceleri bile!), olu isteyenlere gosterilirken dans edenler oldu muzik esliginde. Vefat eden kisi hristiyan ama musluman akrabalar da oldugundan iki dinin de adetleri az cok uygulaniyor cenaze toreninde. Vefatin 40. gununde yemek verilekmis mesela. Din olgusuna yakinda daha ayrintili deginecegim, cok anlatilacak hikaye var burada!

resim> Cenaze'yi defnederken

Esukanesi'de Drama Dersleri

Ikinci gun koydeki yoksunluklari fark etmeye basliyorum. Oyle ya elektrik yok burada (dolayisiyla elektrikle calisan hic bir alet), su yok (icme suyu bulmak icin binbir strateji gelistirmem gerekiyor), yiyecek olarak barbunya, matooke, posho ve tatli patates haricinde hicbir sey yok, 365 gun boyunca her ogun bunlar yeniyor ve hazirlanan yemekler hep ama hep ayni. insan hiv merak etmiyor acaba aksam yemeginde ne var diye. belli cunku. Isin garibi bu sadece benim garibime gidiyor.Siniflarin penceresi yok, cocuklarin ayakkabisi yok, derse baslayacagim cocuklarin oturacak sandalyeleri yok!! Kagit istedim bir ogretmenden ici aciyarak verdi. Bu olaydan sonra artik her seyi kendim disardan almaya karar verdim.
Simdi cocuklari yakindan tanimama firsat veren drama derslerinden birkac anekdot: cocuklara simdi bir seyden cok korkalim, ne olsun bu sey dedigimde verilen cevaplar: aslan, fil, yilan, bukalemun,yamyam ! eh, Afrika burasi..
Bir karakter yaratalim dedigimde canlandirilanlar: AIDS'li bir kadin, vitamin eksikliginden olusan bir hastaliga yakalanmis bir cocuk. Karakter yaratalim dedigimde hep hastaliklar uzerinden bir seyler uretiyorlar. Birisine cok sinirlenelim, kizalim dedigimde cocuklarin cogu onu taciz eden, ona kotu muamelede bulunan birine sinirlendi. Tum bu ornekler onlarin dunyalarina girmem icin irili ufakli kapilar oluyorlar onumde acilan...

resim 1> Bakkaldan aldigim 5 kasik yag ve ben:)
resim 2> mister Baker ve ben ders programimi tartisirken
resim 3> cocuklarla drama dersi 1
resim 4> cocuklarla drama dersi 2

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Masaka Yolculugu, Ekvator ve Esukanesi



Carsamba sabahi calisacagim okula dogru yola koyulmak icin 7'de uyanip Nina'nin ofisine gittim. Nina, okulun kurucusu, koyde annesinin sahip oldugu arazinin uzerine bu okulu kurmus. Esukanesi Ilkogretim Okulu'ndaki cocuklarin yuzde 70'e yakini yetim ve bu cocuklardan para alinmiyor. Onun disindakiler cok sembolik bir ucret oduyorlar ve okul bu sekilde kendini donduruyor.
Okulun hemen yanindaki derme catma evdeyse bakacak kimsesi olamayan yetimler kaliyor. Benim de odam bu evin icinde.

Esukanesi'ne gecmeden once dillere destan yolculugumdan bahsetmek istiyorum. Yolun henuz yarisina gelmemistik ki trafik polisi durdurdu arabamizi ehliyet kontrolu icin, iste o vakit ogrendim ki Nina'nin soforunun ehliyeti yokmus! Varmis da gecici olarak el konulmus mu ne, sonuc olarak o vakit yok yani... Eh ne olacak? Polis her yerde polis, ya odersen ya da mapusu boylarsin diyor gicik gicik. Nina parayi odemek istemedi cunku bir onceki olayda ehliyetin haksiz yere alinmis oldugunu iddia ediyordu. Ben ne olacak acaba diye dinlerken Nina-polis diyalogunu (her ne kadar Luganda dilinde olsa da) soforun coktan mahkemeye goturuldugunu ogreniyorum. Nina, 200 metre ilerdeki mahkemeye suruyor (boyle acikta, bakkal gibi mahkeme!) ve ayakustu bir de Uganda'da mahkeme salonu neye benzer, dava nasil gorulur ogrenmis oluyorum.

Hakim geliyor, herkes ayaga kalkiyor, onlarca kisi var kucucuk salonda, hakimin onundeki masaya yarimyamalak sarilmis musamba eskimis yirtilmis, copten cikarilip masanin ustune konmus sanki. Hakimin arkasindaki kapinin kilidi bozuk, ruzgardan yararlanip klaaak diye vuruveriyor iki dakikada bir. Suclular serilmisler yere elleri kelepceli, ayaklari toza gomulmus, umutsuzca bakiniyorlar etrafa.

Salonda bu kadar kisi varken asla bize sira gelmez diye dusunurken Nina'yi hemen aldi hakim. Kacis yok, odedi parayi Nina, bizim sofor serbest birakildi neyse.

Bir ara durdu sofor, iste ekvator cizgisindeyiz! Bu arada benimle beraber Elisa ve Paolo (inanilmaz tatli 2 italyan) da okula geliyorlar ama birkac gun kalacaklar sadece. Vee Guney yarimkureye ayak basmis oldum boylece:)

Masaka'ya vardigimizda yarim saat daha yol almamiz gerekti okulun bulundugu koye ulasmak icin ve muz agaclarini eze eze yaptigimiz yolculugun sonunda Esukanesi Ilkogretim Okulu'ndaydik iste.

Herhalde hayatimda hickimse boylesine sicak hosgeldin dememistir bana. Tum cocuklar cevremde, bir hareketime, agzimdan cikan tek kelimeye bitiyorlar, gulusuyorlar suratlarini kapatip, bakmaya utaniyorlar.

Mudurun tesvik etmesiyle bizlere bir gosteri sundular oracikta, sarki soyluyorlar, dans ediyorlar cilginca, sonra biz de katildik aralarina yarim saat dans ettik onlarla.

Hele ogretmenler, bu kadar mi cizgi film kahramani olunur! Biri de ciksin ay ne gicik tip diyeyim, yok boyle bir sey, herkes bana yardimci oluyor, hep kibarlar, hep gulumsuyorlar, durmaksizin tesekkur ediyorlar buraya geldigim icin.

Ve ben aksam (evet aksam dersleri var burda) ilk dersimi veriyor, acilari anlatiyorum.

resim1> Esukanesi ogrencileri Paolo Elisa ve ben
resim2>Hep beraber dans ederken
resim3> Ekvator'da Elisa ve ben:)

7 Temmuz 2009 Salı

Masaka Yollari

Bana Masaka yollarina dusmek dustu, yarin sabah okulun mudurelerinden biriyle beraber yola koyuluyorum, bir bucuk ay orada kalacagim...
Internete girmek kolay olmayacak ama bloga yazmaya mutlaka devam edecegim, en azindan hafta sonlari koyde olmadigim vakitlerde..Bu arada bu okula altmislardan sonra giden ilk gonulluymusum hatta bu koye o zamandan beri ugrayan ilk beyaz tenli bile olabilirim, mudure hanim beni cok fazla ilgi goreceksin sasirma aman diye uyardi!

Hoscakal Kampala, merhaba Masaka!

5 Temmuz 2009 Pazar

Bujungali selalesi ve Jinja

Jinja Jinja diye anlatip duruyorlar nedir bu Jinja? Kampala baskentse, Jinja'da macera baskentiymis elimdeki rehbere gore. Belki dogru ama sadece kesenin agzini bol acarsan...

Jinja'nin cok yakinindaki Bujungali selalelerini gormek cok da buyulemedi beni acikcasi, belki rafting ya da kayak gibi bir aktivite yapmak daha cekici kilabilir selaleyi, ama bunlar da hep mzungulara hitap ettiginden fiyatlari normale gore cok cok yuksek.

Gerci ben Jinja'yi macera merkezi olmasi nedeniyle degil de sakinligi, motorsikletliden fazla bisikletlilerin dolastigi yollari (bisikletler de taksi niyetine kullaniliyor burada tipki boda boda'lar gibi) ve her kasabada-koyde olan o simsicak havasi nedeniyle sevdim.


Tipki Kampala'da oldugu gibi Jinja'da da oldukca fazla bir hindistanli (asyali genel anlamda) populasyonu var ve Ugandalilardan cok daha iyi hayat sartlarina sahipler, Ugandalilar tarafindan da pek sevildikleri soylenemez. Onlari mzungulardan yani beyaz tenlilerden cok daha ayri bir yere koyuyorlar. Hatta duydugum bir hikayeye gore
Johannesburg'daki hindistanli nufusunun zenginligi yerel halki o kadar rahatsiz etmis ki, ici AIDS'li kan dolu siringayi kalabalik yerlerde hintlilerin kollarini batiriyorlarmis onlari ulkeden kacirmak icin. Ugandalilarsa bu tur bir deliligi henuz akillarindan gecirmemisler neyse ki.

Jinja'da iki amerikali kadinla tanistim, onlardan biri olan Kendra buraya misyonerlere katilmak icin gelmis, bakmis kafalari uyusmuyor kendine baska bir amac aramis Uganda'da kalmak icin. Simdi kuzeydeki catismalardan kacip Jinja'ya yerlesen kadinlara cesitli esyalari nasil uretebilecekleri konusunda ders veriyor. Canta, pantolon (bizim de ki iste'dekinin aynisi!), turlu esarplar...Hem kumaslari ozel bir yontemle boyuyorlar hem de belli dikis teknikleri ogretiyor onlara Kendra. Sonra da onlari internet araciligiyla ve Amerika'daki iletisimde oldugu magazalar araciligiyla satiyor. Graci ise ona yardima gelmis, kadinlara ingilizce ogrenmede yardimci oluyor ve Kendra'ya yardim ediyor.
Ben de onlarin atolyesini ziyaret edeyim dedim, pek fazla kadin yoktu gittigimde ama Julia'ya kardesinin sacina ''afrikan stili'' sekil vermesine yardim ettim biraz, tum saci yapmak on saat civarinda suruyormus!

Maalesef kumaslari nasil boyadiklarini goremedim, boyayi koyacaklari tencerenin dibinin delik oldugunu fark ettik son anda..!

Aksama dogru Victoria Golu'ndeki Nil'in kaynagina dogru bir gideyim dedim, bir de baktim bir cocuk toplulugu, tutmuslar ogretmenlerinin elinden yuruyorlar minik minik adimlarla. Biri bagirdi arkamdan ``Mzunguuu!!``Dondum efendim dedim, nasilsin dedi, iyi misin? Bizim evimizi ziyaret etmek ister misin, dedi. Su su yetimhanede kaliyoruz diye acik adresi de verdi! Yahu bu cocuk dort yasinda mi? Ben bunu alsam da memlekete gotursem ya, Ayse yenge getireyim mi ister misin:)))

resim 1> Bujungali Selalesi

resim2>Selale kenarinda bir akrobasi gosterisi

resim3> Kendra'nin ogrencilerinden biri, t-shirtu ve benim dilim!

resim4>Julia'ya yardim ederken

resim5> Yine Maribular bu sefer agacin uzerinde

Festival Zamaniii !

Wilson sagolsun beni Kampala'da olan biten herseyden haberdar ediyor, gecen gun oldugu gibi... Afrika'da yasayan hayvanlarin bir kisminin canli, bir kismininsa iskelet olarak sergilendigi bir festivale dustu yolumuz. Hayvanlarin haricinde Uganda'nin en mukemmel mankenlerinin sergiledigi bir podyum sov da vardi. Ama bu iste bir gariplik vardi, nerde bizim mankenleeer, nerde buranin mankenleri.. Bizde olsa hayatta sahneye adimini atamayacak kizlar burada top-model! Wilson'a sormadan edemedim yahu nedir Ugandalilarin guzellik anlayisi, diye. Aha iste onundeki mankenler dedi. Bana biraz kisa geldiler ama herkesin guzellik anlayisi farkli tabi, cok laf etmemek lazim...

Bu arada Ugandalilarla iletisimim bir acayip, ingilizcelerini anlamakta cidden zorlaniyorum. Ben ki ingiliz aksanini bile anlayamam dogru durust bir de Uganda'ya gelmisim! Her Ugandaliyla konustugumda agzim acik gozlerimi portletmis, dikkatimin son noktasinda yakaliyorum kendimi. Ama yine de iletisiyoruz bir sekilde... Yetimhanedeki cocuklarlaysa zannediyorum ortak bir dil yakalamak guc olmayacak.



Modellerin gosterisinden sonra etraftaki cocuklar bir sahneye attilar kendilerini ki! Ay ben boyle bir dans etmek gormedim, dogustan mi biliyorlar dans etmesini bu cocuklar ne?

Festivalden sonra eve donerken ve saga sola bakinirken bir parkta cimlerin uzerinde kocaman bir kus gordum, iki adim ilerisinde insanlar piknik yapiyorlar. Bu ne boyle heykel falan olmali diye dusunurken gordugum seyin bir Marabu kusu oldugunu anladim. Benim boyumun yarisi kadar ama kus!! Burasi hayvanat bahcesi mi ne??! Bir de upuzun gagasini gostere gostere etrafi kolacan ediyor gayet kendinden emin. Ben sasiradurayim, bir de sok yasadigimi goren Ugandalilarin bir gulusu vardi ki bana! Gormedim yahu ayip mi daha once bu kadar buyuk kus sehrin ortasinda, tabi sasiririm !!


resim1> mankenler podyumda salinirken
resim2> en cok alkis ve vaaaaaov alan manken
resim3>muhtesem cocuklari izlerken
resim4>marabuuu

Uganda'da Ne Yenir?




Evet yavastan Uganda'yi anlatmaya
baslayabilirim artik.

Bir kere Ugandalilar cok sempatik ve sicakkanli insanlar, turistim diye etrafimi saran, zorla bir sey satmaya calisan ya da herhangi bir sekilde beni rahatsiz eden kimseye rastlamadim simdiye dek. Beyaz tenli olmam nedeniyle cok daha fazla ilgi cekecegimi saniyordum ama yanilmisim. Yine de bircok kisi donup ''hey mzungu, how are you?'' diye sormayi ihmal etmiyor, ozellikle de cocuklar! Mzungu demek, beyaz tenli demek. En baslarda bunun bir cesit asagilama oldugunu dusunmustum ama zamanla hic de oyle olmadigini, tamamen notur bir cagirma sekli oldugunu anladim.

Zamanla bu kelimeye o kadar alistim ki gittigim yerlerde kendimi Seda degil mzungu olarak tanitacagim neredeyse!

Kampala'ya varir varmaz ertesi gun hemen yetimhanede calismak icin iletisime gectigim organizasyona ugradim, oyle sansliyim ki koca Kampala'da kaldigim yerle (Meltem'in evi) organizasyon neredeyse ayni sokakta cikti! Beni cok cok iyi karsiladilar, biraz neler yapabilecegimden, nasil katki saglayabilecegimden konustuk. Kampala'ya 3 saat kadar mesafede bulunan Masaka yakinlarinda bir koyde calisip calisamayacagimi sordular, severek kabul ettim. Zaten Kampala'nin kalabaligini ve hava kirliliginin son safhada oldugunu gorunce sehir curcunasina hic bulasmamak cok cekici gorundu. Elektrigi falan yokmus gidecegim yerin, aksam mum isiginda hikayeler anlatacagiz artik birbirimize cocuklarla karsilikli oturup:)
Masaka'da bulunan bu okul, sadece yetimlere egitim veriyor ama surekli kalan 30 kadar yetim cocuk varmis yatakhanede, digerleriyse ya anneleriyle ya da babalariyla evlerinde kaliyorlar ve bu okulda egitim goruyorlar. Toplam 300 cocuk okuyormus okulda, mis mis diyorum cunku ancak onumuzdeki hafta kendim gidip gorebilecegim.

Organizanun kurucularindan Wilson ve Samcagece sehri kesfetmemde fazlasiyla yardimci oldular. Tabi ben hemen geleneksel yemekleri tatmaya giristim ve sanirim 3 gunde Kampala'da bulabilecegim her turden yemegi tattim! Gercekten de yenilebilecekler cok kisitli, her lokanta hemen hemen ayni seyleri sunuyor. Simdi burada yenilebileceklerin bir listesini yaziyorum:


1-Matooke (yani patatese benzer ezilmis muz, aman ha bizim muzlar gelmesin akliniza tamamen farkli bir sey, pilavla beraber yeniliyor)

2-Rice (bildigimiz pirinc pilavi)

3-Sweet Potatos (adi ustunde tatli patates, ama sonradan tatlandirilmis degil)

4-Red Beans (barbunya)
5-Green Beans (kurufasulye diyorum ben)

6-Posho (Unla yapilmis bana gore hic bir tadi olmayan sutlac kivaminda ekmegimtrak bisi (-evet dogru anlatamadim!-)

7-Groundnut Sauce (Yer fistigi sosu, inanilmaz lezzetli bisi, pilavla karistirip yeniyor)

Bunlarin disinda balik ve et.

Budur Uganda mutfagi. Ekmek de yemiyorlar hic yemegin yaninda, matooke yiyiyorlar onun yerine -ki bu muzu ekmek yerine mideye indirmek demek-.Sahsen ben barbunya-pilav ikilisinden sasmiyorum, bir de guzel yapiyorlar ki barbunyayi ufff!

Et yemedigimden midir nedir hic sorun yasamadim yemeklerle ilgili, Suriye'deyken daha gidisimin ikinci gununde cektigim sancilari hatirliyorum da!

Asil bir de meyveler var ki! Mango, avokado, tutku meyvesi (passion fruit diyorlar valla), ananas, papaya... Sabah aksam meyve tuketebilir insan burada, o kadar cesit var ve gercekten cok lezzetli her biri.
resim 1> Boda bodanin uzerindeyken (buranin taksi mantigiyla isleyen motorsikletlileri)
resim 2> Wilson'la bir lokantada Uganda yemekleri onumuzde

3 Temmuz 2009 Cuma

Kampala Kampala Guzel Kampala

Uzuun bir yolculuktan sonra en sonunda Kampala'dayim!
Nerden baslayayim bilemiyorum, Sabiha Gokcen'de once cikisima izin verilmemesinden mi (Uganda ve Uruguay bir karisti ki sormayin, bana Bruksel'den Uruguay'a ucus yokmus diyorlar ben orada yirtiniyorum yahu ne Uruguay'i Uganda Uganda diye!) yoksa Bruksel'den kalkan Uganda ucagima gec kalisimi mi, hem de 1 gun bekledikten sonra ?!
Uganda ucagima kan ter icinde bindigimde bir tek ben heyecanliydim sanirim, herkes birbirini taniyor gibiydi, hatta ucak kalkti millet tuvalet kenarlarinda kalkip sohbet etmeye falan basladi yahu bar mi burasi ucaga binmenin de bi adabi var:)) Bir ara kafami kaldirdim baktim yolcularin yuzde ellisi ayaktaydi, herhalde yolculuk da on saat kadar surunce boyle oluyormus.
Ucakta kurdugum tum hayallerden sonra Kigali aktarmali Uganda'ya vardim. Entebbe havaalanindan Kampala'ya gece karanliginda tek gorebildigim yollardaki boda bodalar (buranin taksi gibi calisan motorsikletlileri) ve ooylesine sokaklarda volta atan Ugandalilardi.
40 dakikanin sonundaysa Meltem'in evine vardim!
Sarayina mi demeliyim, kocaman bir ev bahceli, bir suru hayvanli, Meltem desen bir evliya mubarek!!