4 Eylül 2009 Cuma

Kenyali Ailem, Aglayan Tas ve Film Cekimi

Kenyali arkadasim Philip'in evinde kalis suremi uzattikca uzattim, bu program degisikliginde hem kaldigim koyu cok sevmem hem de Philip'in sevgili ailesinin sicakkanli tavirlari etkili oldu. Philip'in ailesi, evlat edindikleri bes evlat, kizlari, ogullari, gelinleri, damatlari, torunlari hep beraber ayni koyde yasiyorlar. Cekirdek aile kavraminin anlaminin bilinmedigi bu koyde toplu yasamin en guzel ornegini sergiliyorlar. En yaslisindan en gencine herkes guleryuzlu, paylasimci: kilometrelerce oteden daha once adini duymadiklari bir ulkeden geldigini soyleyen yabanciya evlerinin ve kalplerinin kapilarini sonuna kadar aciyorlar, ben bir gun daha kalmak istedigimde, istersen bir yil kalabilirsin diyorlar her zamanki kibar tavirlariyla. Ailenin bircok ferdi sehre calismaya gitmis, Philip de bir sure Nairobi de yasamis ama isler bekledigi gibi gitmeyince koyune donmeye karar vermis. Luo geleneklerine gore yetiskinlige erismis erkek evlat, ailesiyle ayni evde kalamadigindan yirmi metre oteye kendi evini insa etmis. Gormege alistigim Afrika evlerinden iki yonuyle ayriliyor Philip'in evi: evin tepesi saman yerine metal bir levhayla kapatilmis, duvarlarsa toprak ve inek gubresi karisimiyla sivanmis. Bu yontemle hem duvarlarin catlamasi onleniyor hem de karisimin kokusu yilanlari evden uzak tutuyormus, her ne kadar ben koku falan almasam da... Koyde karsilasilabilecek diger tehlikeli hayvan sirtlandan korunmaksa oyle gubreyle falan olacak gibi degil. Hava karardiginda tek basina koyde yurumekten kacinmaktan baska yolu yok. Bu hayvan yalniz oldugunda zararsiz ama grup halinde dolastiklarinda, hele bir de ac olduklarinda yemek amaciyla insana saldirabiliyormus, Philip koyde kolunu bacagini sirtlan saldirisi sonucu kaybetmis birkac vakadan bahsettikten sonra geceleri evin on metre otesindeki tuvalete gitmek bile korkutucu bir deneyime donustu benim icin.

Philip'in mutlaka gormemi istedigi uc koca kayanin ust uste muntazam bir sekilde durdugu "aglayan tas" Kit Miyaki yi ziyaret ettik gecen gun. Tasin yilin belli zamanlarinda (tabi ki yagmur sezonu) agladigini soyledi rehber: hristiyanlik oncesi zamanlarda tas beyaz gozyasi doktugunde beyaz inek, gozyaslari siyaha siyah inek kurban ediyorlarmis tasa. Koca tasin istegini yerine getirmezlerse cezalandirilacaklarina inaniyorlarmis Tanri tarafindan. Simdilerdeyse geleneksel dinlerin etkisi azalip yerini hristiyanliga biraktigindan tasin sozu eskisi kadar dinlenmiyormus.

Kit Miyaki Luo dilinde ilk es anlamina geliyor. Su anda tasin bulundugu koyde zamaninda iki esli bir adam yasarmis, adam her gun daglari tepeleri asip evinden oldukca uzaktaki bir ormana gider, hicbir sey yapmadan gun boyunca oturur dururmus bir agacin kavugunda. Esleri de binbir zahmetle uzun yollar katedip adamin yiyecegini taa onune kadar getirirlermis. Adam vefat ettiginde hergun oturdugu yerde devasa bir kaya olusuvermis. Adamin esleri de yine birer kayaya donusup diger kayanin ustunde yerlerini almislar. Hikayenin cok uyduruk oldugunu kabul ediyorum, hele bir de kayalar uzerine anlatilan efsaneler var ki! Kayalarin arasinda kalan magaramsi yerde olusmus minik batakliga zamaninda biri dusmus de cesedi Victoria Golu’nden cikmis, bu insan yiyen bataklik cok obur oldugu gerekcesiyle su ileri bakanliginca uzerine cimento dokulmek suretiyle kapatilmis. Koca tasin icinde olusmus buyuklu kucuklu magaralarda yakilmis mumlarin kalintilarini gosteren rehber, bu magaralarin peygamberlerin dua etme mekani oldugunu ileri suruyordu, nereden bildigini sordugumda bizzat gordugune yemin ediyordu.

Kit Miyaki’de geleneksel dinlere ait cesitli hikayeler dinledikten sonra aksama dogru hristiyanlik oncesi cagda gecen bir filmin cekimine gittim. Philip’in kiz arkadasi Michel’in de rol aldigi "Iki nehir arasinda", beyaz adamin gelisiyle hristiyanlikla tanisan afrikali bir gencin din degistirmeye ikna olup sunnet olmayi reddetmesi, bu yuzden de kabilesi ve sectigi din arasinda kalmasini isliyor. Hristiyanlik oncesi Afrika’da yasayan kabilelerin hayatindan kesitler vermek icin dansla profesyonel olarak ugrasan gencleri cagirmislar geleneksel kiyafetlerle dans etsinler diye. Danscilar yaptiklari isi hakikaten seviyor olacaklar ki jeneratorun her on dakikada bir bozulmasini firsat bilip basliyorlardi kafalarina gore dans etmeye film icin yakilmis atesin etrafinda. Film cekiminin aksilikler yuzunden ikide bir bolunmesine benim bile canim sikilmisken danscilar belli bir korografiye bagli kalmadan ozgurce dans edebildikleri bu mecburi aralardan hic de sikayetci gozukmuyorlardi. Bir sure onlari izledikten sonra " Aman gozumde buyuttugum Afrika dansi bu muymus! " diye dusunmeye basladim. Drum calan arkadasa dum dum teketek bir oryantal ritim gosterdim ve hop herkesin ortasina atlayip iki aydir birikmis butun kurtlarimi doktum. Boylece Afrikalilar da gobek dansi ne demek ogrenmis oldular! Gecenin sonunda danscilar yanima gelip "Biz beyaz tenlilerin de dans edebildigini bilmiyorduk, bravo!" diye tebrik ettiler. Eh, Amerika'dan gelmiyorum ki ben, dugunlerde zorla kaldirila kaldirila ogreniyor insan elbet!

resim1> Kenyali ailem
resim2>Philip mango suyunu yudumlarken
resim3> Aglayan Tas, onunde ben
resim4> Philip, Michel ve ben
resim5>Film cekiminde Kikuyular
resim6>Uykudan uyanmis ben ve sasirmis civciv
resim7>Canimin ici bebek kucagimda
resim8> Kurtlari dokerken


7 yorum:

Aphraell dedi ki...

Süpersin canım ya, iyi dileklerimi ilet oradaki güzel insanlara. çok takdir ediyorum cesaretini ve güzel kalbini :)

BarışAkkiriş dedi ki...

çok güzel hikayelerdi! Çocukların el sallaması işini çok sevdim, en kısa zamanda Afrika'ya gitme isteğim coştu şimdi.
Seda, harika bir şey yapmışsın;ne zaman dönersin bilmiyorum ama Istanbul'a yolun düşerse tanışıp, hikayelerini anlatırken bir kahve ısmarlamayı çok isterim. Mutluluklar!

Birsen Şahin dedi ki...

Sedacığım,

Meltemin bloğunda rastladım izine. Baştan sona hepsini okudum. Bayıldım yaşadıklarına, maceraperest ruhuna, cesaretine. Umarım devamı gelir, ben de artık yapamadığım gezgin yaşamını böylelikle tatmin etmiş olurum.

Gözlerinden öperim.

Griffith dedi ki...

Yav valla 2 gündür bloguna bakınıp duruyorum.Ne diyim bilemedim.Helal sana.Alnından şöpürt diye öpülecek insansın ama korkma öpmeyeceğim.:}

Syhn dedi ki...

zevkel okudum yazını!
son resimde dediğin gibi ii döktürmüşe benziyorsun.
demek beyazların dansedebildiğini bilmiyorlarmış:))

pigmelerle.dans.eden dedi ki...

Sedacim,
ben Etiyopyadan dondum... cok cok guzel gecti.
Nairobide dikkatli ol, sadece onu soylemek istedim.
Bir de Hyena, sirtlan demek.
Operim cok guzel yuzunden.
Meltem

Seda Meşeli dedi ki...

ya bi baksam su hayvan adlarinin turkcelerine de boyle komik komik tarifler yapmasam ya! neyse editorum sagolsun:)